Bu blog Mia Wallace'ın içini dökmesi, yazıp kurtulması, anlatıp rahatlaması ve anılarını paylaşması içindir.

Mia ve Dişleri vol 2

Size taaa ne zaman Mia ve Dişleri diye bir yazı yazıp, dişçi hikayemden bahsetmiştim. Geçen hafta dişçiye uzunca bi aradan sonra tekrar gidince devamını yazmaya karar verdim.

2 sene öncesini kısaca özetlemek gerekirse; her hafta dişçiye gidip geldim. Tüm dolgularımı, diş eti tedavimi ve diş taşı temizliklerimi yaptırdım. Mutlu mesut diş ipi, gargara kullanmaya devam ettim. Fakat bu kadar bakıma rağmen 6 ayda bir rutin temizlik işlemi yaptırmak zorundaydım.

Ben bu süreyi biraz uzatıp 1 sene boyunca dişçiye gitmedim ama ta taaa! Sonunda o gün gelip çattı ve ben geçen gün dişçiye gittim. Böylece dişçi günleri yeniden başladı! Nasıl mı?
***

Ablamın üst dişlerinden bir tanesi geride. Sonunda "artık ne olucaksa olsun, implant mı yapılıyor ne yapılıyor, yeter ki o dişi düzeltsinler" diyerek dişçiye gitmeye karar verdi. Fakat ablam dişçiden çok korktuğu için, ben de ona destek olmak için onunla gittim.

Dişçiye gittik, sıramızı beklemeye başladık. Allahım ablam öyle bir korkuyor ki hiçbir teselli cümlem işe yaramıyor. Kaç kere "ben vazgeçtim, o koltuğa oturamicaamm :( hadi gidelim.." dedi hatırlamıyorum.

Sonunda ortodontist bizi çağırdı. Genç, sevimli bir adam. Ablamın dişlerine baktı "bu dişe implant olmaz. Sadece üst damağa tel takılıcak. 8 - 10 ay sonra fıstık gibi olucaksın" dedi.

Çıkışta ablamla aramızdaki algı farkı;

Mia: Ortodontisti görüyo musun. Kendi dişleri bozuk. Biri ilerde, biri geride. Farkettin mi?
Ablam: Ben sol elindeki evlilik yüzüğünü farkettim.
Mia: .......................

Dannnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnn!
***

Ablama tel takılacağı kesinleştikten sonra doktorum Aslı Hanım "hadi Mia senin dişlerine de bi bakalım" dedi. Diş taşlarım temizlendi. Haftaya yeni bir seans için gün verildi fakat dişlerime çok iyi, çok temiz bakmışım. Hiçbir sorun yokmuş. Mutluyum!

Zaten Chuck Palahniuk bile ne demiş? "Diş ipi. Tanrı rızası için her gee yatağa girmeden önce diş ipi kullanın."

Çantanızdan diş ipinizi ihmal etmeyin ve dişçiden de hiç korkmayın. Uyuşturdukları için hiçbir şey hissetmiyorsunuz. Valla bak. Mia sözü.
***

Bu aralar 21 Aralık yaklaştıkça aklıma bolca Melancholia filmi geliyor. (Film çok güzel! Eğer izlicekseniz bundan sonrasını okumayın. Çünkü spoiler vericem)


Filmde dünyaya çarpıcak olan Melankoli gezegeni beklenen günde çarpmıyor; herkes rahatlayıp, kurtulduk diye sevinirken gezegen 1 gün sonra dünyaya çarpıyor.

Bence 21 Aralık'ta bir şey olmicak. Biz tam rahatlayıp, kurtulduk diye sevinirken 1 gün sonra bammm!

21 Aralıktan değil de 22 Aralık'tan korkun gençler! Şaka şaka. Siz en iyisi bu şarkıyı dinleyip en yakın eczaneden bir diş ipi alın. Daha yaşanıcak çok günler, yenilecek güzel yemekler var.

Bu da Melankoli filminin süper ötesi başlangıç sahnesi.

Bir Piercing Hikayesi

Piercing dediysem, kulak kıkırdağını deldirmekten bahsediyorum ama bunu bile gözümde büyütmüştüm. Çok acicak aman aman diye sürekli ertelemiştim. Sonra bi gün ablamla birbirimizi doldurup;

- Hadi sen kulağını
- Sen de göbeğini deldir..

derken kendimizi piercingcide bulduk.
***

Sözde ablam yıllardır göbeğini deldiricekti, ben de kıkırdağımı. Yaz olduğu zamanlar ben saçımı toplicaktım, kulak kıkırdağımdaki küpe orda parıl parıl parlicaktı. Ablamın da yazın denizde bikinisiyle salınırken piercingi görünücekti. Demek ki piercing mevsimi yazdı.

Biz de yaz geldi geçiyor, ne zaman deldiricez dedik. Tam mevsimi zannettik. Gittik bir heves deldirdik. Ama megersem piercing mevsimi sonbaharmış çünkü piercing sonrası en az 2 hafta denize girilmemeliymiş..

Neyse pek acımadı, eve geldik. Şu 2 hafta boyunca sabah akşam sürülmesi gereken fucidin kremini sürdük. Her fırsatta aynaya bakındık. Sonra piercinglerimizi çok sevdik ve başladık "en son babalar duyar" temalı muhabbetimizi yapmaya.

- Babamın ne zaman haberi olucaaak acabaaa
- Ayy benimki neyse de seninki göbeğinde ehee
- Duur tatile gidene kadar görmez merak etme
- Oh ohh Eylül'e kadar rahatız desenee
- Sen de saçınla kapatırsın küpeniii 

- Ama çok güzel duruyor di miii
- Ayy evet yaaaa! Benimki nası duruyoor pekiiii


gibi geyikler yaparken annem odaya geldi ve bize -normalde- çok mutlu olmamız gereken bi haber verdi.

- Kızlar yarın denize gidiyoruuz!

Dannnnnnnnnnnnnnnnn!

İşte o dakika sonrası önce bi yutkunduk. Sonra birbirimize baktık. Babamın görmesi bi yana, 2 hafta denize girmicek olmamız bi yana, ergen gibi korkmamız bi yana..

Sonra ablam iş programına baktı ve yarın çalışıcak olmasına ilk defa sevindi. Ama ben bi gün sonra bandanamı takıp tıpış tıpış annemlerle denize gittim.
***

Başta her şey güzeldi. Bandanamı kulağımın orasını kapatıcak şekilde taktım. Başımı sokmadan denize girdim. Yüzdüm, yüzdüüm, yüzdüüüm.. Her şey güzel giderken babam deniz bisikleti şeysine binelim dedi. Sonra deniz bisikletiyle açıldık, ordan denize atlayıp yüzmeye başladık.

Yani amaç o ama ben atlayamıyorum. Atlasam direkt yüzüm suyun içine gömülücek ve kulağıma su gelicek. Kıkırdak olduğu için biraz hassas, enfeksiyon kapar diye de çok korkuyorum. Neyse sonra suya atlamadan, deniz bisikletine tutuna tutuna denize girdim. Onu da atlattım.
***

Ablam evde hep uzun tişörtler giyiyor. Benim saçlarım zaten uzun ama arada saçlarıma takılıyor. Böyle böyle bu krem dolu 2 hafta bitti ama biz de piercingleri saklicaz diye bittik vallahi.

Sonuç olarak üzerinden tam 2 hafta geçti ve ikimizin de piercingleri enfeksiyon kapmadı ama dokununca hala acıyor. Sizce kremi sürmeye devam etmeli miyim? Ya da bu "dokununca acıyor acısı" geçicek mi? Çünkü bana nedense hiç geçmicekmiş gibi geliyor.

Bir de babamın hala haberi yok. Sadece annem biliyor ve piercinglerimizi hiç sevmiyor.
***

Ayrıca size bir blog tavsiyesi. Eski bir blogger olan MKumsal'ın yeni blogu! İçinde bol bol film tanıtımları var. Film izlemeden önce bakılıcak güzel, yeni bir blog. Hayat filmlerde...

sinematris.blogspot.com
***

Bu da şarkı.

Alkol Şişede Durduğu Gibi Durmaz

Evet hepimizin de bildiği gibi alkol şişede durduğu gibi durmuyor fakat bu sefer içerek değil de başka bir şekilde şişede durmadı. Midemize girseydi belki bu cümleyi layıkıyla yerine getirdi fakat biz güzelim biracıkları içemeden elimizden kayınca hakkaten de şişede durduğu gibi durmadığını anlamış olduk..
***

Ablamla klasik gündüz film izleme seanslarımız. Yemek için bi şeyler alıcaz. Ben tam markete gitmek için evden çıkarken ablam "bira da al" diye seslendi. Markete gittim karışık çerezler sonrası ikişer tane birayı kaptım geldim.

5 katlı apartmanın en üst katına kadar çıktım, ablam kapıyı açtı. Tam o anda artık nasıl olduysa içinde biraların olduğu poşet elimden kay, tüm apartmana şakır şakır dökül..

İçimden dua ediyorum "hadi bitsin bitsin şu dökülme sesi bitsiin" diye ama yok, durmadan dökülüyor. 5. kattan en aşağı kadar hatta en aşağıda da bir göl olucak kadar döküldükten sonra anladık ki alkol şişede durduğu gibi durmuyor..
***

Ben ablama bakıyorum, ablam bana. Gözlerini kocaman açmış "sana inanmıyoruumm!" bakışı atıyor, ben de "ne yapiyim elimden kaydıı" mahçup bakışı. Bir kaç dakika ne yapıcamızı bilemez bakışma sonrası içerden vileda kovasını aldığım gibi apartmana koştum ama apartmanı öyle bir bira kokusu kaplamış ki anlatamam.

Hemen yumuşatıcı kutusunun yarısını suya boşalttım. Ben elimde kuru bez - kova, ablamda da vileda başladık apartmanı silmeye. Sil sil ama yok bira kokusu gitmiyor. Hemen gittim elime gelen ilk parfümü aldım çıktım, apartmandan aşağıya indikçe peşimden parfümü sıkmaya başladım. Her yer misler gibi kokmaya başlamışken ablamdan bir çığlık...

"Miaaa sana inanmıyorum yaa! Chanel'i mi sıkıyosun apartmana? İyi misin sen yaaa napıyosun OFFFF!" şeklinde bağırınca hemen gidip oda kokusunu aldım. İşte sıcak ve bira kokusu beni bu şekilde sarsmışken 5 katı da bir güzel sildik, mis gibi kokular sıktık ama eve gelirken apartman hala bira kokuyordu..

Peki ya eve geldiğimizde ben bira kokusu yüzünden üzgünken ablamın söylediği ilk cümle;

- Ne yani şimdi bira içemicek miyiz? Ne güzel de kokmuştu..


Dannnnnnnnnnnnnn!
***


Bu arada bi ara "blogda aranan kelimeler" ile ilgili bir yazı yazıcam ama bu da önceden fragman gibi olsun. İşte bloguma girilip aranan bir kaç cümle..

Yasemin ergen ile aile albümü
Aynanın uğuru ne
Mavi rujlu kız
- Kardeşime nefret sözleri.. ve daha niceleri.
***

Bu da şarkı.

Kardeşimin Doğum Günü

8 Haziran kardeşimin doğum günü. Kardeşim doğum gününü bizimle kutlayacağı için bi gün önceden sevgilisiyle kutladı. Biz de ablamla dışarı çıkıp kardeşime hediye aradık. Ama ciddi anlamda saatlerce hediye aradık..

Allahım girmediğimiz mağaza kalmadı ve hiç güzel bir şey bulamadık. Normalde hediye alıcak olmasak erkek vitrinlerine bakıp "yaaaa erkekler için daha güzel vaaar!" diyerek mağazalardan asık suratla ayrılırdık. Ama bu sefer öyle olmadı. Hiçbir şey beğenemedik.

Beğendiğimiz şeyler ya kışlıktı ya da kardeşim beğenmezdi. Kardeşime hediye almak o an dünyanın en zor şeyiydi. Geçen sene alınan psp sonrası çıtayı biraz daha yükseltmek gerekirdi ama hayal gücümüz bunun için yeterli değildi.
***

En son yılmış bir şekilde 2 tane t shirt ve ön sıralardan bir Ret Hot Chili Peppers konser biletiyle hediye işini hallettik. Pastamızı da alıp eve geldik, sonra da kardeşim geldi.  Elleri torba dolu..

Meğersem sevgilisi harika bir doğum günü organize etmiş, odayı uçan balonlarla donatmış. Fotoğraflarını çıkartmış duvarlara asmış, yan odadan fırlayan arkadaşları "sürpriiizzz!" diye bağırmış. Çok güzel komikli bi pasta yaptırmış, gömlek almış, t shirt almış, forma almış bir de playstation 3 almış.. Kısacası kız tüm servetini bu doğum gününe harcamış.

Biz bunları dinlerken ablamla göz göze gelip mahçup olup durduk. Aklımıza hiç de özel olmayan klasik muzlu profiterollü pastamız geldi, hediye paketlerine bakarken samimiyetsizce "ayy ne güzelmiiş" dedik. Ben kızın aldığı uzun kollu gömleği görünce kışlık olur diye bana uzun kollu gömlek aldırmayan ablama bakıp gözlerimi kocaman açtım, ablam da "napiim" der gibi bana baktı derken playstation 3'ü görünce bildiğiniz yıkıldık! Ezildik, toz olduk..
***

Neyse bir kere olan olmuştu, artık yapıcak bi şey yoktu. Biz içeri gidip pastamıza mumları yerleşirirken bir de ne görelim? Pastamızın üstündeki "Hepi Börtdey!" yazısı kutuya yapışıp silinmiş. Zaten bir pastamız vardı ama artık onun da yazısı yoktu..

Ablam bir hışım odaya gidip keçeli kalemini aldı ve işte silinen yazı yerine bunları yazdı. Artık pastamız hazırdı!


Gülüşmelerle pastamızı kestik, fotoğraflar çekildik derken sıra bizim hediyelere geldi. Ablamla birbirimize bakıp hediyelerimizden memnunsuzca paketimizi uzattık. Ama nasıl mahçup nasıl suçlu bakıyoruz "yaa valla bi şey yoktu aradık aradık bulamadık :(" diyoruz.

Kardeşim konser biletini görene kadar "aa güzelmiş" filan dedi ama ses tonu "ehh" diyordu. Konser biletini görünce çığlık atıp boynumuza atladı. Sonra biz de gönül rahatlığıyla kızın aldığı hediyeleri eleştirdik. Ayy bu mu güzel ıhh mıhh şeklinde şakalaştık fakaaaatttt o konser bileti çok fena içimde kaldı. Kardeşim uyurken bileti çalma gibi planlarım var. Ahh ahh gitti güzelim bilet.
***

Bu arada babam yine son anda bombayı patlattı;

Babam: Kim o şimdi anlamadım bi grup mu?
Kardeşim: Evet eveettt, Ret Hot Chili Peppers diye bi grup baba
Babam: Ney neyy?
Ablam: Ret Hot...
Babam: Vedat mı?

Hahahaha.. İşte böyle tatlı bir doğum günü geçirdik. İyi ki doğdu!
***

Bu da şarkı.

Chuck Palahniuk Sevenler Buraya Gelsin!

Bi önceki yazım hatalarıyla dolu fragman niteliğindeki yazımdan sonra mis gibi bilgisayarımdan yazıyorum. Ayrıntılarla ve güzel bir kitap haberiyle karşınızdayım dırım dırımmmm..
***

Ayrıntılara gelirsek; öncelikle Ortaköy gezimiz çook güzel geçti! 2 haftadır annem ve babamla Ortaköy'e gidip deniz kenarında bir masa bulup oturuyoruz. Bol bol fotoğraf çekip kumpir yiyoruz. Annemle babamın arası hiç olmadığı kadar iyi. O yüzden bize Ortaköy çok iyi geldi. Siz de gidin!
***

Geçen gün D&R'da klasik bulamadığım Charles Bukowski kitaplarına bakıyorum. Yine yok yine yok. Baskısı yokmuş da gelmiyormuş da derken Kasabanın En Güzel Kızı kitabını gördüm. Aldığım yeni bir kararla bende olmayan ne kadar Bukowski kitabı varsa almaya karar verdim çünkü sonra hiçbirini bulamıyorum. Ben de gördüğüm an aldım!

O mutlulukla diğer kitaplara bakarken yine umutsuzca Chuck Palahniuk kitapları bölümüne gittim. Her zamanki gibi "tabii ki yeni kitabı çıkmadı :(" diye Ayrıntı Yayınları bölümünden ayrılırken gözüme yeni bir kitap kapağı ilişti.

Pigme, Chuck Palahniuk'in yeni kitabı!

Daha önce Ayrıntı Yayınlarında görmediğim Pigme isimli kitabın yazarına bakınca önce bi çığlık attım sonra da bi elimde Kasabanın En güzel Kızı bi elimde Pigme'yle D&R'dan ayrıldım.

lala
"Aaa? ne okuyosun?"lu kitap ayracımla beraber.

Yani sonunda Chuck'ın yeni kitabı çıkmış canım bloggerlar fakat bi sorun var. Ölüm Pornosu yazımda anlattığım o saçma olay vardı ya -kitabı türkçeye çeviren Funda Uncu göz altına alınmıştı hani- hah işte o olaydan sonra bi daha Türkiye'de Chuck kitabı çıkmicak diye çok korkmuştum.

Çıkmasına çıktı ama kitabın çevirmeni Gökçe Çiçek Çetin. Yani bütün Chuck kitaplarını türkçeye çeviren -Fight Club hariç- Funda Uncu değil.

Funda Uncu artık Chuck'la bütünleşmişti. Sanki tüm kitaplarını türkçeye o çevirmeliydi. Belki de bize Chuck'ı biraz da o sevdirmişti. Bukowski'nin Avi Pardo'su neyse Funda Uncu da Chuck için öyleydi derken maalesef bu kitapta o bütünlük bozuldu.

Gerçi henüz kitabı okumadım, belki de çok güzel çevrilmiştir ama ister istemez orda Funda Uncu adını göremeyince üzüldüm. Yine de Chuck'ın yeni kitabı çıktığını görünce mutluluktan havalara uçtum, hala da öyleyim. Siz de alın hatta okumayanlar eski kitaplarını da alsın sonra mutlu mesut yaşayalım eheh.
***

Ayrıca Moonrise Kingdom filmini kesinlikle izleyin! Bu aralar her sinema çıkışı hayal kırıklığı yaşıyordum. Bi Tarantino ya da Guy Ritchie filmi olsa da izlesek diyordum. Meğer artık "bi Wes Anderson filmi olsa da izlesek" dicekmişim.

Müzikleri, çekimleri her şeyine bayıldım! Nasıl tatlı, nasıl güzel..
Ayrıca filmde Edward Norton oynuyor gençleeer.
***

Bir de kasabanın en güzel kızı Cass için Bukowski diyor ki;

"Deliliğe yakın bir mizacı vardı; mizacına delilik diyenler de."

Ben de Bukowski'ye bu sözü aynen iade ediyorum. Deliliğe yakın bir mizacı var ve bu mizaca delilik diyenler de. Ve ben onu bu deli haliyle çok seviyorum.
***

Bu da filmden görüntülerle dolu soundtrack müziği ve yazının şarkısı.

Gece, Melek ve Bizim Çocuklar

Atıf Yılmaz'a olan hayranlığımı Aaahh Belinda yazımda anlatmıştım. Birçok filmini izleyip beğenmeme rağmen "Ah Belinda'nın  yeri ayrı" demiştim. Çünkü henüz tüm filmlerini izlememiştim..
***

Geçenlerde yine bir Atıf Yılmaz filmi izliyim dedim, başladım araştırmaya. Tam izleyeceğim filmi bulmuşken karşıma "Gece, Melek ve Bizim Çocuklar" filmi çıktı.

Önce adını beğendim ne güzelmiş dedim, sonra Atıf Yılmaz filmiymiş ohoooo bayılırım ki buna ben dedim, sonra da oyuncuları gördüm iyice havalara uçtum.
***

Uzay Heparı. Filmde oynadığını öğrenince şok oldum. Nasıl severim kendisini. İlk ve tek oyunculuğu. Zaten bu filmden bir sene sonra kaybetmişiz onu..

Derya Arbaş. Allahım nasıl güzel, nasıl duru. O öldüğünde hatırlıyorum, çok üzülmüştüm.

Bu iki sevdiğim, çok genç ölen güzel insanlar başrol olur da ben bu filmi izlemez miyim? Hemen izledim! Sonra uzun süre kendime gelemedim. Her Atıf Yılmaz filmi sonrasında olduğu gibi hem üzüldüm, hem mutlu oldum.

Belki filmi izlerken pek bi şey hissetmiyorsunuz ama film bitince tarifsiz duygular hissediyorsunuz. En çok da Beyoğlu'na gitmek istiyorsunuz. -bence-

İzlemek isteyenler için buyrun link. Harika bir yeşilçam filmi ve size Mia'nın tavsiyesi. İzleyin!
***

Şimdi de başka bir konuya geçiyoruum. Öhö.. Hani bir yazı yazmıştım 51 Hatta Elli Bir diye. Bilmeyenler için bahsediyim; babamla bu senenin 51 şampiyonunu seçmek için skorları not ediyorduk. O yazıyı yazdığım zaman durum 9 - 3'müş. Peki ya şimdi kaç sizcee?

17 - 7 ! :(

Evet babam 17. Ama bu 17'yi nasıl yaptığını buldum.

Dün yine 51 oynuyorduk ve babamın kağıtları dağıtırken okeyi çaldığını farkettim. Hala ısrarla çalmadım diyor ama gördüm yani. Bildiğin okey çaldı. Belki daha önceden de yapmıştı, kim bilir. Ondan sonra Mia yeniliyor. Hıııhh..

Neyse sonuç olarak 17 'ye 7 gibi kocaman bir farkla babama sürekli yeniliyorum. Durduramıyoruz efendim. Bi dua etseniz. Yoksa  Mia'yı şampiyon göremezsiniz.
***

Bu da şarkı.

Titanic 3D Burun Ağrısı

Dün sonunda Titanic'i sinemada izledim. Sonunda diyorum çünkü 9 yaşındayken yaz tatilinde Titanic sinemalara girdiğinde sinemaya gidemeyince çok üzülmüştüm. Bir de ablam filmin her sahnesini bana ballandıra ballandıra anlatınca, günlüğüne gemi resimleri çizip dalgaların üstüne de kocaman harflerle "i love you Jack DAWSON!" yazınca tamam dedim artık hüzünle filmi evde de olsa izleyeceğim günlerin gelmesini bekleyebilirim.
***

Ben böyle ablamın ergen zamanlarında onun cümleleriyle filmi kafamda canlandırıp dururken bir gün babam elinde video kasetiyle geldi. O zamanlar dvd filan yoktu, her şeyimiz kocaman video player'ımızdı.

Normalde 1 tane video kaset olurdu ama film çok uzun olduğundan 2 kaset vardı. Babam çalışıyor mu diye 2. kaseti video player'a koydu ve o da ne? Ablamın anlatmalarıyla hayalimde canlandırdığım sarışın Jack Dawson.. Elinde siyah bir kalem, çıplak bir kadın resmi çiziyor. "Ablaaaa! Babam Titanic'i almıııışşşşşşşşş!" sonrasında evde bayram havası.


Ablamla her Jack aşkımız depreşince filmi bıkmadan usanmadan izledik izledik izledik.. Sonra video kasetleri bozuldu, biz büyüdük, Leonardo'yu beğendiğimiz günler geride kaldı, Titanic'in modası geçti fakat ben yine de "ilerde çocuklarıma Titanic'i sinemada izledim" diyemicem diye düşünüp üzülmeye devam ettim.
***

İçimde böyle bir ukde kalmışken 2012 yılında, Leonardo'yu yeniden beğendiğimiz günlerde, Titanic sinemada 3D şeklinde vizyonda afişlerini görünce önce bi çığlık attık sonra da ablamla koştur koştur sinemaya gittik!

Buraya kadar her şey iyi güzel. Sonunda o gün gelmişti, Titanic'i sinemada izleyip ilerde çocuklarıma "ben bu filmi zamanında sinemada hem de 3 boyutlu olarak izledim" dicektim. Ben böyle bunları düşünüp sevinirken, gözlüğümü takmış mısırımı yerken acı gerçekle yüzleştim.

3D gözlükle 3 saat ne demek? Burun ağrısı demek!
***

Hayır zaten 3 boyutlu gözlük olayını oldum olası sevemedim. Cidden dalgalar yüzümüze yüzümüze gelse, biz o kocaman gemiye dokunucak gibi olsak, ne biliyim aksiyon filmlerinde o kurşun bize geliyor gibi olsa neyse, burun ağrısını çekmeye değer dicem ama yok yok yok. Hiçbir özelliği olmayan teknolojiyi sadece filmi biraz daha yakından izlicekmiş gibi olmak için o gözlüğe, burun ağrısına hatta burunda çıkardığı gözlük izine değer mi? Bence değmez. Zaten değmedi.

Ne dalgalar, ne batarken sönen ışıklar. Titanic yine bildiğimiz Titanic sadece daha burun ağrılısı o kadar. Ama güzel mi? Yine güzel. Yine ergence duygularla "ayyyyyyy ne güzeeelll filmmmmmmmmm!" hissi.. Peki sinemadaki memnuniyetsiz ooffflayıp puffflayan, filmin yarısında sıkılıp çıkıp giden seyircilere ne demeli?


Ben demedim valla Jack'le Rose dedi hehe.

Hazır bu efsane film sinemadayken "ıyyy Titanic miii?" demeyip eskilere saygı adına tekrar sinemada izleyelim. İlerde çocuuuuuklarııııımızzaaa.. Ayy tamam tamam kızmayın yeaa izleyin iştee aaaaa :$

O zaman yıllar sonra bloga yazı yazmamın şerefine son olarak ne diyoruz?
Bu da şarkı 
diyoruz.

Neden "Mia Wallace" ?

Geçenlerde bize gelen ve blogumdan haberdar olan arkadaşım Rüzgar öyle bir soru sordu ki resmen kalakaldım.

Rüzgar: Pekiii, neden Mia Wallace?

Dannnnnnnnnnnnn!

Sonra aynı soruyu ablam sordu. Sonra Zuhal sordu. Bazen de siz soruyorsunuz yorumlarda "Neden Mia Wallace" diye.

Ben de öyle bir yazı yazıyim ki, bir daha neden Mia Wallace diye soran olursa pat diye link veriyim dedim.

O yüzden size şimdi bu bilgilendirme yazısını yazıyorum. Öhöööh..
***

En önce Rüzgar bana "Neden Mia Wallace" diye sorunca ona Cem Yılmaz gibi cevap vermek istedim. Bkz: Neden Mizah.

"Ne biliyim ben. Ne biliyim ben. Balığa sormuşlar neden deniz diye ne biliyim lan demiş. Ben mizahla ilgileniyorum ama nedeniyle ilgilenmiyorum..." şeklinde.

Sonra da yok dedim, Mia özel isim. Öyle bi açıklama da saçma olur. Aklıma havalı, yaratıcı bir isim gelmedi ben de kolayına kaçıp özel isim kullandım desem o da saçma olur derken işin aslını anlattım. Gelin size de anlatiyim.

Şimdi vakti zamanında ben bu blogu açtığımda saf saf kendi adımla açmıştım. Baktım yazamıyorum. Sonra baktım herkesin güzel güzel nickleri var. Ayy dedim benim ne eksiğim var? Neden benim de havalı bir takma adım olmasın? Ve anında msn'imde o an adım neyse onu yaptım. Böylece bir dakika içinde Mia Wallace oldum.

O zaman da msn'de tam şöyle zamanlar. İşte isim yerine hayatta kendi adımı kullanmaz beğendiğim filmlerdeki kadın karakterlerin isimlerini kullanırdım. Msn fotoğrafına da hangi karakter adını kullanıyorsam onun fotoğrafını koyardım. Ne biliyim bir dönem Marla'ydım. Bir dönem Mathilda'ydım.

Tam da o aralar Mia Wallace yapmıştım derken aklıma Mia'nın o harika esprisi geldi ve o espriyle birlikte tamam dedim blog adımı buldum!

İşte blog adımın Mia Wallace olmasını sağlayan o espri.



- 3 domates yolda yürüyorlarmış. Baba domates, anne domates bir de küçük yavru domates. Yavru domates geride kalmaya başlamış. Baba domates sinirlenmiş, yavru domatese doğru gitmiş, onu ezmiş... Ve demiş ki, "Ketchup!" (catch up - yetiş!)

Tabii ingilizce daha anlamlı oluyordu ama işte işin aslı bu. Msn nicki ve bu espri derken blogumun adı da Mia Wallace oldu. Bence çok da güzel oldu çok da iyi oldu.
***

Ayrıca bundan tam 4 sene önce ne blog varken ne de Mia msn'imi süslerken ben şöyle bir kitap ayracı almıştım. Yani filmi izlediğim andan beri bir Mia hayranlığı durumu vardı gördüğünüz gibi. En çok kullandığım ve 4 yıldır eskitmediğim, gözüm gibi baktığım Mia'lı kitap ayracım.


Sonra da geçenlerde ablam bana bu tabloyu aldı! Tam yatağımın yukarısında duvarımda duruyor kendisi.


Artık "Neden Mia Wallace?" diye soran olursa işte bu yüzden diyip link vericem. Ohh ne güzelmiş yahu. Neden daha önce yazmamışım acaba diye düşünürken size yazının şarkısıyla veda ediyorum.

Bam.. ba bam bam bam..